KUR’AN-I KERİM VE MEÂL

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kur’an-ı Kerîm, Allah’ın insanlara indirdiği son Mukaddes Kitaptır. Kur’an, son Peygamber Hz. Muhammede (asm) Cebrâil (as) tarafından vahiy yoluyla indirilmiş ve ondan tevatür yoluyla nakledilerek günümüze kadar gelmiştir.

Kur’an-ı Kerîm ferde ve cem’iyete, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde insan hayatının bütününe, maddî – mânevî bir hidayet rehberidir. Hükûmet başkanından, kumandandan sade vatandaşa ve sokaktaki adama kadar herkes, orada kendisiyle alâkalı olanı bulur. Dünyevî ve uhrevî huzur ve saadeti için gerekli bilgi ve dersleri ondan alır.

Kur’an’ın sâhip olduğu meziyet ve özellikler, âyetlerde ve hadîslerde şu şekilde beyan buyurulmuştur:

* “İşte bu Kur’an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur). Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah’tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız.” (En’âm, 6/155).

* “Şu indirilmiş Kur’an, mübarek ve feyizli bir kitabdır ki elleri önündekini (Tevrat ve İncil’i) tasdik edicidir. Tâ ki onunla Mekke halkını ve bütün çevresindeki insanları korkutsun. Ahirete îman edenler, namazlarına gereği üzere devam ettikleri gibi, Kur’an’a da inanırlar.” (En’âm, 6/92).

* “Onlar, hâlâ Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu ve mânasını düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulurlardı.” (Nisâ, 4/82).

* “O Kur’an, insanları Hakk’a ulaştırır; helâl ile haramda ve din hükümlerinde hakkı bâtıldan ayırır…”(Bakara, 2/185).

* “Kur’ân-ı Kerîm doğru yol gösterici, mü’minlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir.” (Bakara, 2/97).

* “Bu Kur’an, akıl sâhiplerinin, âyetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır.” (Sâd, 38/29).

* Hâris bin A’ver’den rivayet edilmiştir: Bir gün Hz. Ali şöyle dedi:

“Bakınız, ben Resûlüllah’dan (asm): 

“Yakında fitneler kopacaktır.” buyurduğunu işittim. Bunun üzerine,

“Ey Allah’ın elçisi, bu fitnelerden kurtuluşun çaresi nedir?” diye sordum.

“Allah’ın kitabı, Kur’an’dır.” buyurdular. (Daha sonra Hz. Peygamber, Kur’an’ın özelliklerini şöyle açıkladı:)

“Onda, sizden öncekilerin tarihi, sonrakilerinin haberi ve aranızdaki mes’elelerin hükmü vardır. O, hak ile bâtılı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür. Her kim hidâyeti ondan başkasında ararsa, Allah onu şaşırtır. O, Allah’ın kopmayan sağlam ipi, kuvvetli fikir kitabı ve doğru yoldur. O, akılların sapıtıp şaşırmamasına ve dillerin karışmamasına yegâne sebebdir.

Kur’an, ilim adamlarının doymadığı, asla tekrarlanmaktan eskimeyen ve hayret veren üstünlükleri bitip tükenmeyen bir kitaptır. Yine O, öyle eşsiz bir eserdir ki, cinler dahi onu dinlediği zaman, “Biz, doğruluk ve olgunluk yolunu gösteren hârikulâde bir Kur’an dinledik.” (Cin 1) demekten kendilerini alamamışlardır. Ona dayanarak konuşan doğru söylemiş, O’nu tatbik eden sevab kazanmış, O’nunla hükmeden adâlet etmiş ve insanları O’na dâvet eden dosdoğru yola yöneltmiş olur.” (Tirmizi, Sevabu”l-Kur”an 14, 2908)

* “Kur’an apaçık bir nur, hakîm bir zikir ve en doğru yoldur.”

* “Kur’an-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın gökten yeryüzüne uzatılmış bir ipidir.”

* “Kur’an’ın sair sözlere üstünlüğü, Rahman’ın mahlûkatına nazaran üstünlüğü gibidir.”

* “Kim Allah’ın kitabından bir âyet okursa, Kıyâmet günü kendisine nûr olur.”

* “Evlerinizi namaz kılarak ve Kur’an okuyarak nurlandırınız.” 

Kur’an, sadece mânası değil, aynı zamanda lâfızları itibariyle de Peygamberimizin (ASM) kalbine vahyedilmiştir. Kur’an’a vahy-i metlûv denilmesi bundandır. Binaenaleyh Kur’an sadece mâna değil, lâfız ile mânanın bütünüdür. Kur’an, Peygamber Efendimize (asm) toptan gelmemiştir. åyet âyet, sûre sûre nâzil olmuştur.

Kur’an Mu’cizesi

Kur’an, insanlığın hakikî saadetini te’min edecek her türlü îtikad, amel ve ahlâk esaslarını ihtiva eder. Hem lâfzı, hem de mânası itibariyle, en büyük ve ebedi bir mu’cizedir. Peygamberimiz (asm) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları kadar mu’cize verilmiş olmasın. Mu’cize olarak bana verilen ise, ancak Allah’ın bana vahyettiği (Kur’an)dır. Bunun için kıyâmet gününde ben, peygamberlerin en çok ümmeti bulunanı olacağımı ümid ederim.” (Buhari, Fezailü’l-Kur’an, 1)

Gerçekten de, diğer peygamberlerin mu’cizeleri devirleri geçtikçe bitmiştir. Kur’an mucizesi ise, kıyâmete kadar bâkîdir. Kur’an-ı Kerîm’in muhtelif âyetlerinde Kur’an’ın mu’cize olduğu hususu, ısrarla belirtilir:

“De ki, bu Kur’an’ın benzerini meydana getirmek için insanlar ve cinler bir araya gelseler ve hattâ birbirlerine yardım da etseler, onun gibisini meydana getiremezler…”(İsrâ, 17/88).

Nitekim, Kur’an’ın lâfzındaki üslûb ve belâgata, şimdiye kadar hiç kimse nazîre getiremediği gibi, bundan sonra da getiremiyecektir… Kur’an, lâfzı gibi, mânası bakımından da mu’cizedir. Peygamber Efendimiz (asm) okuma-yazma bilmezdi. Kimseden bir şey öğrenmemişti. Bu yüzden ümmî sayılıyordu. Böyle olduğu halde, onun ortaya koyduğu kitab, en yüksek hakikatları ihtiva etmekte; ilmin ve tecrübenin yüzyıllarca uğraşarak ortaya koyduğu birçok ilmî gerçekleri on dört asır evvel haber vermektedir. Bu da Kur’an’ın doğrudan doğruya Allah kelâmı olduğunu göstermektedir. Meselâ, Güneşin kendi etrafında dönerek, ayrıca kendine bağlı birçok gezegeniyle birlikte sâbit bir noktaya doğru yol aldığı; ehramların açılıp Firavun’un mumyalarının ortaya çıkarılması gibi ilmî ve arkeolojik keşifler, son asrın keşifleridir.

Halbuki Kur’an bu ve bunun gibi birçok gerçeği, asırlar öncesinden haber vermiştir. İlim ve fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, Kur’an’a aykırı düşemez. Bilakis müsbet ve içtimaî ilimlerin ilerlemesi Kur’an’ın tefsîrini ve açıklanmasını kolaylaştırır. Bediüzzaman’ın ifade buyurduğu gibi,

“Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmekte; ihtiva ettiği hakikatlar daha parlak şekilde ortaya çıkmaktadır.”

Kur’an-ı Kerîm’in diğer bir mu’cizelik ciheti de, sonradan olacak birçok şeyleri önceden haber vermesidir. Verdiği haberler, sonradan aynen çıkmıştır.

Kur’an’ın bir çok tarif ve tanımından bazıları:

– Rabbimizi bize târif eden Kur’ân-ı Hakîm; şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi…

Bu kâinat, kudret kalemiyle yazılmış büyük bir kitaba benzetiliyor. Bir risalede âlemdeki varlıklar için ayât-ı tekviniye tabiri kullanılır. Tekvinî ayet, kün emriyle yaratılan ve Allah’ın varlığını, birliğini, esmâ ve sıfatını bildiren ve onlara delil olan demektir. Kur’ân-ı Kerimdeki ayetler Allah’ın kelam sıfatından gelmişlerdir,  kâinattaki ayetler ise kudret sıfatından..

Bu kâinat kitabı bütün ayetleriyle Allah’ı tanıttığı halde insanlar onu okuyamamışlar ve  doğru değerlendirememişlerdir. Yani, o kitabın dilini anlamamışlardır. İşte,  Kur’ân-ı Hakîm; kâinat  kitabını tercüme etmiş, insanlara anlatmış ve o kitabın kâtibi olan Rabbimizi bize tarif etmiştir.  O’nu sıfatlarıyla, isimleriyle, fiilleriyle bizlere bildirmiştir.

– Şu sahaif-i Arz ve Semâda müstetir künuz-u Esmâ-i İlâhiyenin keşşafı…

Müstetir; “perdelenmiş, örtülmüş,  görülmez ve bilinmez hale gelmiş” demektir.  Kur’ân-ı Hakîmin  kâinat kitabını  tercüme etmesi sayesinde,  “arz ve semâda müstetir”  olan esmâ tecellileri müminlerce okunmaya başlanmıştır. Bu ifadede Allah’ın isimleri birer hazineye teşbih edilmiştir. Meselâ, Hâlık ismi bir hazinedir; bütün mahlukat o hazinenin cevherleri gibidir. Muhyi ismi ayrı bir hazinedir;  bütün hayatlar da o hazineden gelmiştir.

– Şu sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftâhı…

Şu kainat kitabında, her mahluk gibi her hadise de bir kelime yahut bir satır hükmündedir. Onların da doğru okunması gerekir. İşte, hadiselerin altında gizli olan hakikatler ancak Kur’ânın irşadı ve talimiyle doğru okunabilir.

Gece ve gündüz, sıhhat ve hastalık, sevinç ve keder, ihtiyarlık ve ölüm bu kitapta yazılmış birer hakikattirler.  Bunlar içerisinde insan için en önemli hadise ölümdür. Ölümü, “hiçlik, yokluk, kabre girip çürüme ve kaybolma” olarak düşünenler, ölümün hakikatine erememiş, o en önemli hadiseyi yanlış değerlendirmişler demektir. Kur’ânın irşadıyla ölüm hadisesinin hakikati anlaşılır. Doğum ana rahminden dünyaya gelmek olduğu gibi ölüm de dünyadan berzah alemine göçmektir. Onu ba’s denilen son bir doğum daha takip edecek, onunla da kabir âleminden mahşer meydanına çıkılacaktır.

Nur Külliyatında ölümün hakikatiyle ilgili çok geniş açıklamalar yapılmıştır. Bir kaçını hatırlayalım:  Ölüm, “tebdil-i mekândır, vazifeden paydostur, ıtlak-ı ruhtur.” Kabir ise “bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.”

– Şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmâniye ve hitâbât-ı Ezeliye’nin hazinesi…

Bu ifadede geçen, âlem-i gaybı,  bu görünen âlemin sevk ve idare edildiği arş-ı azam, her şeyin misallerinin alındığı âlem-i misal, her şeyin yazılıp hıfz edildiği levh-i mahfuz  gibi göremediğimiz gaybî âlemler olarak anlayabiliriz.

İltifat ve hitap kelimeleri birbirini tamamlamakta ve aynı hedefe işaret etmektedirler. Cenab-ı Hakk’ın kullarına hitap etmesi en büyük bir iltifattır. Onlara emir ve yasaklarını bildirmesi, rızasına erme ve cennetine varma yollarını göstermesi insanlar için en büyük bir lütuf ve en ileri bir ihsandır.

– Şu âlem-i mâneviye-i İslâmiye’nin güneşi, temeli, hendesesi…

Başta iman olmak üzere, bütün güzelliklerin, faziletlerin, meziyetlerin, güzel ahlâkın kaynağı Kur’ân güneşidir. Dinimizin temeli Kur’ân hakisatleridir. Kur’ânın  ilk müfessiri olan hadis-i şeriflerle o temel üzerine ebediyete kadar devam edecek bir hidayet ve istikamet binası kurulmuştur.

Hendese kelimesini, büyüyen İslâm binasında ortaya çıkan yeni meseleleri çözmek, yeni ihtiyaçlara cevap vermek üzere Kur’ân ve hadis-i şeriflerin ışığında yapılan içtihatlar, verilen fetvalar olarak değerlendirebiliriz.

– Avâlim-i uhreviyenin haritası…

Kur’ân-ı Kerimde, mahşere çıkışla başlayıp, “vakfe, mizan, sırat, cennet yahut cehennem” şeklinde devam eden âhiret hayatının  yol haritası çizildiği gibi, cennette mazhar olunacak çeşitli saadetler ve cehennemde tadılacak muhtelif azaplar da birer fotoğraf gibi insanın önüne konulmuştur.

– Zât ve sıfât ve şuun-u İlâhiye’nin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı…

Allah’ın zâtı, sıfatları ve şuunatı hakkında tek sağlam bilgi kaynağı Kur’ândır. Bu gaybî ve sonsuz hakikatler hakkında  insan aklı ve hayali hiçbir şey yapacak durumda değildir. Allah,  kendisini Kur’ânla anlatmış olduğundan, insanların yersiz tahminlerine ve geçersiz fikirlerine ihtiyaç kalmamıştır.

Biz Kur’ân ayetlerinden ve onları tefsir eden yetkili âlimlerimizden,  “Allah’ın zâtının vacip, ezelî,  ebedî,  mekândan ve zamandan münezzeh olduğunu,  sıfatlarının sonsuz olup ne kadar varlık yaratırsa yaratsın bu sıfatlarda hiçbir değişme ve eksilme düşünülemeyeceğini, zâtı ve sıfatları gibi, merhamet ve gazabının, şefkat ve gayretinin ve sair bütün şuunatının da mahlukatın halleriyle ve kabiliyetleriyle mukayese edilemeyeceğini” ve daha böyle nice hakikatleri öğrenmiş bulunuyoruz.

Kâinattaki varlıklar da Allah’ın varlığını ve sıfatlarını hal dilleriyle ilan etmiş olmakla birlikte, bu  manevî sözlere çoğu zaman kulak verilmediğini, yahut yanlış anlaşıldığını görüyoruz. Onun için bir bürhan-ı natık, yani “konuşan delil” lazımdır. (Bürhan-ı natık ifadesi Allah Resulü (asm.) için kullanıldığında “Kur’ânı insanlara tebliğ eden, anlatan” manasına gelir.)

Tercüman-ı satıı (yüksek tercümanı) ifadesi, kâinat kitabının sözlerini anlamayan insanlık âlemine Kur’ânın bu konuda tercümanlık yaptığını ifade eder ve burhan-ı natık terkibine yakın mana taşır.

Şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakîkisi, mürşid ve hâdîsi…

Kur’ân, insanların ruhlarını  terbiye etmek, kalplerini imanla, akıllarını ilim ve irfanla kemale erdirmek, onlara hakiki hikmet dersini vermek, beşeriyeti  hatalı yollardan çevirmek ve hidayet yolunu göstermek üzere inzal olmuştur. Hakiki hikmet, yani gerek insanların gerek diğer varlıkların yaratılış gayeleri ve görevleri konusunda en doğru bilgi Kur’ân ayetlerinden alınabilir. Çünkü bu ayetler o varlıkları yaratanın kelâmıdır.

Bilindiği gibi “hikmet” kelimesi felsefe için de kullanılmaktadır. Burada konulan “hakiki” kaydı, felsefenin gerçek hikmet olmadığına da bir işarettir.

Hikmetin birçok tarifi vardır. Bunlardan birisi de “ilimle beraber amel”dir. Yani, bir fikir, insanları güzel amele götürüyorsa hikmetlidir. Yoksa sadece sözde kalan, uygulamaya konulamayan düşünceler şahsî olmaktan öteye geçmez ve insanlar için bir irşat ve hidayet vesilesi olamazlar.

Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat, hem bir kitab-ı dua ve ubûdiyyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir ve mârifet gibi; bütün hâcât-ı mâneviyesine karşı birer kitab ve bütün muhtelif ehl-i mesâlik ve meşârib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin her birinin meşreblerine lâyık birer risale ibraz eden bir “kütübhane-i mukaddese”dir…

Kur’ân-ı Kerim, bütün varlık âleminin yaratılış gayelerini ve görevlerini öğretmesi cihetiyle bir kitab-ı hikmet olduğu gibi, hem şahsî hayatımıza hem de  toplum  hayatımıza dair emir ve yasakları bildirmesi yönüyle bir kitab-ı şeriattır.

Şeriatın birer esası olan “dua, ubudiyet, emir ve davetleri” de bütün yönleriyle içine alır.

Kur’ân-ı Kerim, okunduğunda  her harfine en az on sevap verilen bir zikir olduğu gibi,  Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıtması yönüyle de bir marifet kitabıdır.

KUR’AN-I KERİM VE MEÂL
Yorum Yap
Giriş Yap

Boyabat Manşet - Halkın İradesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!